Hoş geldim ! Hepiniz hoş geldiniz !
Adada mahsur kalma sürecimde her an yanımda olduğunuz için ne kadar teşekkür etsem az. Sevginiz, dilek ve dualarınız, destekleriniz, ilginiz ve varlığınız tüm mesafeleri azalttı.
Her işte olan hayır ve güzel enerjileriniz yerini buldu !
Biz ülkemize uçamadık ama önümde açılan bu beyaz sayfa tekrardan yazmaya başladığımın habercisi…

Uzun zamandır “yaz, yaz, yaz” diye binbir farklı şekilde yakınlarımdan, rüyalarımdan ve iç sesimden gelen mesajları sadece duyuyordum, çoğu zaman duymamış gibi yapıyordum. Ancak hayatın çeşitli formlarda yolladığı mesajları dinlemek bugünün kısmetiymiş. Hani o adımı atmamak için bir sürü bahaneler üretir ya insan, benim de ertelemelerim boldu. “Nasıl olsa zamanı gelecekti, zorlamak ile olmazdı, doğru zaman geldiğinde, ben bile engel olamayacaktım kendime” diye diye hiç bir eyleme geçmiyordum. Bir gün tekrar başlayacağımı içim biliyordu, o kadar.
Halbuki edebiyat okuduğum üniversite yıllarında ne çok yazardım. Kısa mesafelerde, kafelerde, baş ucumda sürekli notlar aldığım defterlerim vardı. O zamanlar internet hayatımıza yeni giriyor, eski alışkanlık- kütüphanelerde saatlerce araştırmalar yapardım. Küçük hikayeler, bir iki kitap denemesi, İspanyol şair ve edebiyatçılarından esinlendiğim ve daha sonraları okuduğumda “bunu ben mi yazmışım?!” diye güldüğüm şiirler..Ardından yoga girdi hayatıma. Artık eğitim ve pratiklerle açılan farkındalıklarımı, içsel sorgulamalarımı, eğitim notlarını yazıyordum. Kendi verdiğim eğitim kitaplarını hazırlamaya başladım. Telefonuma kısa kısa notlar alır oldum. Ancak hiç birisi laptopu açıp da, bir hikaye gibi yazmaya benzemiyordu. Arkadaş sohbetlerinden bir tanesinde “imkansız aşklarını yazsan roman olur” u bile duyduğum oldu:) Haklıydılar.. Hey gidi günler..
Blog açma ve yazdıklarımı paylaşma fikrine gelirsek; 4 ay önce sezonluk çalışmaya geldiğimiz, daha önce adını, sanını duymadığımız Canouan adasında virüs nedeniyle mahsur kalamamak için ülkemize dönmeye çalışıyorduk. Sevdiklerime Facebook üzerinden bildirimlerle haberleri vermeye başladım. Ancak paylaşmak istediğim ne çok şey vardı. Yazdıkça rahatlıyordum ve sevdiklerimden fiziksel olarak uzakta olmama rağmen aramızdaki mesafeler yok olmaya başlıyordu. Enerjetik olarak bağlı olduğumuzu bir anda unutmuştum uçmak için zihinsel çırpınma sürecinde. Hani bir kere akmaya başladı mı engel olamazsın ya, son günlerde enerjim yüreğimden, zihnimden kalemime akar oldu. Adada artık bol zamanım da var, başladım yazmaya.
Bugün adadan hiç bir yere kıpırdayamayışımızın 15. günü. Hızlı karar vermeler, dünyada değişen haberlere göre yeniden uçak rotaları bulmalar, Türkiye’den tanıdık tanımadık herkesten, yetkililerden yardım istemeler, büyükelçilerle yapılan telefon görüşmeleri, gerginleşen sinirler, endişeler, bavul toplayıp açma rutinleri, bir hafta içinde hepsi sona erdi. Hava ve deniz yolları kapandı, biz de resmen mahsur kalmış olduk. Bu; yüzeydeki hikaye. İçsel hikaye ise şöyle;
Tüm yollar kapanmadan bir gün önce, sabah içimdeki o tanıdık ses ile uyandım. “ÖZGE, bırak artık eve dönme çabasını. Zaten evindesin. Hatırla. Sadece bu süreçte unuttun geçek yuvanın neresi olduğunu. Sen değil miydin insan nerede, ne yapıyor oluyorsa olsun, yuvada hissettiğinde ancak huzurludur ve mutludur diyen?. Bu yüzden Canouan denilen yere gelme cesareti göstermedin mi?” O an kendime geldim. Dünya Covid19 ile yeni bir sürece girmişti ve bu dönemde içsel odağımdan nazikçe uzaklaşmıştım. Nazikçe diyorum çünkü özümüzle olan görünmez bağlarımız çok narin. Sürekli ve incelmiş dikkat gerektiriyor. Yoksa bir anda kayıveriyor insanın elinden, uzaklaşıveriyorsun. Güzel haber ise; bir kere bile yuvada olmayı hissetti mi insan, tekrar sıkı sıkı bağlandığı yere, olduğu hale hemen dönebiliyor. Kopup gittiğini sansan bile, bağlar asla kopmuyor.
O gün “Tamam ya, bırakıyorum artık uçmak için yırtınmayı, ne olacaksa olsun” dediğimi hatırlıyorum. Öğlene doğru otelin insan kaynakları bize yeni bir rota çıkarmıştı ve elimize bir bilet tutuşturuluyordu. Aktarma yapacağımız ülkelere bile doğru dürüst bakmamıştım. Grup ne yaparsa sessizce, hatta anlamaya çalışmadan takip edecektim. İçimde teslim olmuştum. Tek kelime etmeden sadece gözlemleyerek geçti o gün. Yavaşlamış ve sakinlemiştim. Konuşmalar havada uçup giden kuşlar gibiydi. Yakalamaya çalışırcasına peşinden gitmiyordum. Nitekim akşam hava alanından elimizde büyükelçiden izin olmasına rağmen geri çevrildik. Arkadaşım check- in kontuarının önünde neredeyse deskin üzerine çıkacak kadar yükselmiş, bir elinde telefon boş hava alanında son sesinde konuşuyor, bir yandan biniş kartlarımızı adamın yüzüne sallıyordu. Uzaklaştım ve bavullarımızın geri gelmesini beklemeye başladım. Biraz sonra; yere çökmüş vaziyette, elleriyle yüzünü kapatmış, bir duvara yaslanmıştı arkadaşım. O gün tek söyleyebildiğim “biz elimizden geleni yaptık, olmuyorsa yeter üzülme artık, hadi dönelim, kalk, adadayız bir süre” oldu. Aslında yüzeydeki ve içimdeki hikaye o gün birleşmişti. Olması gereken oluyordu ve sakince teslimdim, evimdeydim. Teslimdim fakat güvenli bir olasılık çıksa, elimden geleni yapmaya da hazırdım. Hikayem birleşti çünkü, eğer gelişmeleri baştan sadece gözlemleyip hiç erken dönmeye çalışmasaydık, iş bitiş tarihimiz olan 25 Mart’ta zaten hiç bir şekilde uçamayacaktık. Olan hep hayra oluyor şu hayatta. Bazen içinden geçerken kaçırabiliyoruz. Kaçırdığımız zamanlarda bile deneyimin kendisi bilmediğimiz bir çok başka hayra vesile oluyor. Yani olan iyi ya da kötü değil. O, sadece olan. Evet dünyadaki ve içimizdeki acı inkar edilemez. Ancak mutluluk gizemli bir yolculuk. Yuvaya doğru. Yuvanda. Şükürde.
Bir hafta boyunca sinir sistemimi dengelercesine salondaki bir kişilik yatak büyüklüğündeki koltuktan neredeyse hiç kalkmadım. Bedenimi yatar pozisyonlarda bir kaç yoga hareketiyle az az esnetiyordum o kadar. Bitkindim ve açtım. Ruhum ve bedenime durması için izin veriyordum. Kaç gün süreceğini bilmeden. Hiç bir şey yapmadan, saatlerce durmaya, bir şey düşünmemeye çok alışığım. İyi geliyordu. Yenileniyordum. Bir yandan ara ara dünya haberlerini takip ediyordum. Sosyal medyada karşıma çıkan “hareket et, hareket et” bombardımanına kulak vermiyordum. İhtiyacım o değildi. Sadece durmaktı. Dünya duruyordu. Şimdi yemeğim var, çok şükür, daha iyiyim. Beslenme ile ilgili yaşadıklarım bu sayfaya sığmaz, diğer yazılara kalsın. Şimdi günlük rutinlerime başlamaya hazırım. Yürüyüş ve yoga pratiklerime geri dönebilirim. Ve yeni bloğumun heyecanıyla buradan sevdiklerime seslenebilirim. Lost dizisindeki gibi ıssız adadan çıkamıyorsan, orada yaşamaya adapte olarak. Hala denize girebildiğime, açık havada nefes alabildiğime, insanlarla görüşebildiğime şükrederek.
İlk yazımın başlığı Şişedeki Mesaj. Sevgili dostum Sebla’yı düşünerek başladım yazmaya. İlk yazıma başka bir başlık atamazdım. Şişedeki Mesajın bir hikayesi var. Ancak bugün giriş cümlelerim uzadı, şu andaki içeriğe ekleyemeyeceğim kadar değerli bir hikaye. Yaşadığımız sosyal izolasyon günlerinde ikimize, belki de okuyan herkese iyi gelecek. Yarın o hikayede görüşmek üzere,
Sevgiyle,
Ozge
Takipteyim ? şahnesin??
Özge’cim, yaşadıklarını çok güzel ifade etmişsin. FB’den de tüm süreçlerinizi takipteydim ama buraya mesaj yazmak istedim. Çaresiz bir çabalama gibi gelse de tüm enerjinizle dönüş için fazlasıyla uğraşmanız, önce kabullenememe ile kendini kapatman ama sonrasında olmayacağını anladığında kabulleniş ve akışa bırakman, içsel dönüşümünü tekrar yakalaman… çok değişik bir süreçten geçiyorsun ve bunu çok etkili bir şekilde aktarıyorsun. Kendini tanıman, hayata bakış şeklin, ruhunu dinleme becerin ile çok fazla yetkinliğe sahipsin. İleride, geriye dönüp baktığında yaşadığın bu deneyimin senin için çok değerli olacağına inanıyorum. Her bekleyişin bir sonu vardır ve senin ki muhteşem bir dönüş olacak. Sevgiler, Nilgün
Sevgili Nilgün, değerli yorumun için çok teşekkür ederim. Yüreğine sağlık. Sevgiyle,
Ozgecim seni çok özledik umarım en kısa zamanda tekrar beraber olacağız. Sakın umudunu yitirme. Yeni doğan güneş sana umudunu gerçekleştirmeyi getirmesi dileklerimle..yazılarını takip ediyorum. Duygularını düşüncelerini mükemmel dile getirmişti harikasın..unutma orada yalnız değilsin Bizler burada kalbimiz senin için atıyor…sevgilerimle seni çok seven abin Mehmet sancar
Ben de sizi çok özledim, her zaman güzel enerjin ulaşıyor bana Mehmet abi. Sag ol var ol., iyi ki varsın. Yüreğine sağlık. Sevgilerimle
Sevgili Özge.
Ben,babanın Hava Harp Okulu’ndan sıra arkadaşı ve elli üç yıllık dostu Oğuz Gürbüz Duruk.Kendisi ile yaptığım son görüşmede sizlerin başınıza gelenleri öğrenip videonuzu izleyince bir baba olarak çok etkilendim.Sizlere nasıl umut aşilayabileceğimi düşünürken,aklıma dillere pelesenk olan fakat doğruluğu defalarca kanıtlanmıs sözler geldi.”Her şerde bizim bilemeyeceğimiz bir hayır vardır”gibi…”Hangi gece var ki sabah olmamış”gibi…”While there is life,there is hope”gibi…Corona testleri pozitif çıkan bazı yolcularla birlikte gemilerde bekletilip sahile çıkartılmayan insanlardan bahsetmeyi de düşündüm.Sizlerden daha tehlikeli bir durumda yaşayıp umutlarını yitirmeyenleri hatırlatmak için…
Daha sonra “Şişedeki Mesaj”ı okudum.Yaşadığın ortama adapte olabilmek için bulduğun gerekçeleri görünce içim biraz rahatladı.Benim yukarıda anlatmak istediklerim,senin zaten yaşam felsefen haline gelmiş.Ayrıca çok güzel yazdığını da belirtmeliyim.Lütfen yazmaya devam et Özge.Kalplerimiz ve dualarımız sizlerle.Allah’a emanet olun.
Selamlar Oğuz abicim. Çok mutlu ettiniz beni mesajınızla. Ne kadar teşekkür etsem az. Yüzümde gülümsemeyle okudum mesajınızı, umarım ilk fırsatta yüzyüze de görüşme sansımız olur. Babam ne kadar güzel dostlar biriktirmiş. Yüreginize saglık. Yazacagım. Sevgiler
Bizden de sevgiler.Herşey çok güzel olacak.