Şişedeki Mesaj – SÜRPRİZ

Günlerdir üzerimden atamadığım yorgunluktan, bu akşam laptopumu açmak istemedim. Geldiğimden beri yataktan pek çıktığım söylenemez. Zaten Karantina odasındaki tek yaşam alanım birleştirdiğim iki yataktan oluşuyor. Bolca dinleniyorum ancak jetlag devam ediyor, akşam saatlerini sabah gibi yaşıyorum. Gözlerim açık, yatay konumdayım.

Bu akşam hatta gecenin bir vakti, birden bire laptopumdan tiz bir ses duyduğumu sanarak aniden yataktan fırladım. Sesi tekrar duymak istercesine kalkıp, masaya yaklaştım. Ayakta duracak halim olmasa da, eğilip kulağımı yaklaştırdım masaya. Derinlerden tiz bir ses mi geliyor? Yoksa yorgunluktan gaipten sesler mi duyuyorum? Ya da Karantina yurdu yemek saatleri dışında o kadar sessiz ki, belki de sessizliğin uğultusunu duyuyorum. Emin olmak istercesine laptopun kapağını kaldırdım, açık değil. Yine de ses belli belirsiz gelmeye devam ediyor. Hemen kulaklarımı ovaladım. Gözlerimi ovuşturdum. – Tamamen kendimde miyim- yoklaması yaptım. Evet, gerçekten duyuyorum. Belli aralıklarla, mesaj niteliğinde tiz bir ses belirip yok oluyor. Kesik kesik. Anlamaya çalışıyorum. 3 gündür uzay boşluğunda olduğum için olabilir mi bu tiz ses ? Hemen açıyorum ekranı. Bir de ne göreyim?! SÜRPRİZ ! devamını okumak için tıklayın

Canouan’dan Uzaya Yolculuk

Pazartesi akşamı.

St. Vincent’tayız. Yani artık yuvaya dönüş yolundayız. Kurtarma uçağı Çarşamba günü gelecek. ( diye ümid ediyoruz )
Feribot yolculuğunda küçük çapta fire vermişiz. İki arkadaşımızın bünyesi üç saat süren sallantıya dayanamamış. Mide bulantısına iyi gelecek bir şeyimiz olmadığından, yanımızdaki dezenfektanları koklatarak idare ediyoruz. Buna da şükür, sağ salim otelimize geliyoruz.

Otelimiz temiz, güzel. Türkiye’nin 1980’lerini andırıyor. Karayip usulü. Daha resepsiyonun girişindeki süslerden kendini ele veriyor. Karayipliler canlı renkleri çok sevdiğinden, bildiğimiz mavi plastik büyük damacanayı sarıya boyayıp, küçücük bir masanın üzerine koymuşlar. Damacananın boynuna da ipler asmışlar. Masada damacanaya eşlik eden bir kaç çiçek ve ıvır zıvır var. Resepsiyonda ise; upuzun, rengarenk, çiçekli böcekli takma tırnaklı, cart pembe gözlüklü ve lüle lüle takma saçlı, güler yüzlü yerli bir kadın bizi karşılıyor. devamını okumak için tıklayın

Canouan günleri – Hoşçakal

Bu fotoğrafı özellikle paylaşmak istedim. Acun’dan kurtarma uçağına dair mesaj geldiğini duyduğum an ! Tüm duygular yüzeye belirdiğindeki şükür anım..

Vee adaya veda vakti geldi.

Son iki gün, aylarca günlerimi geçirdiğim yerlere tekrar gidip, veda teşekkürlerimi ederek geçti. Oldukça inişli çıkışlı deneyimimde, cennette hissettiğim anlara varlığıyla değer katan, cehennemde yaşadığımı sandığım günlerimde bana gülümsemeyi hatırlatan, canı gönülden bağ kurabildiğim yerel arkadaşlarımla mutlu/hüzünlü vedalar yaptık. Anlara somut olarak sıfat bulmakta zorlanıyorum. Her tanımlama deneyimin kendisini tarif etmeye yetersiz kalıyor ya da deneyimi sınırlandırmış oluyor. “Çok şükür” ve “iyi ki” demekten başka bir şey de kalmıyor zaten geriye. devamını okumak için tıklayın

Canouan Günleri – HIGH

Türkiye’ye tahliye uçağı ile dönüş hedefimiz 13 Mayıs. Organizasyon üzerinde çalışıldığı için beklemedeyiz. Yine de her an her şey değişebilir…Her şeye OK ‘iz.

Dönüş bir yana, hayatımın hiç bir evresinde bu kadar sakin kalmaya mecbur edilmemiştim. Evet doğru duydunuz, mecbur edilmek. Sakin kalma eğilimi güzel olsa da, bile bile mağdur bırakılma karşısında sakin kalmaya mecbur edilmek insanın sinir sistemi üzerinde yeni bir psikolojik baskı oluşturuyor. Bu baskıyla herhalde hiç karşılaşmadım, çünkü senelerdir yolum diğer yöne doğru. Öğrencilerime bile kendi kendilerine yapabilecekleri baskıdan özgürleşmeleri için alan açıyorum. Derslerde ağlamak, gülmek, bağırmak, ses çıkartmak vb ne hissediyorlarsa onu yaşamaları için alan tutuyorum her yoga eğitmeni gibi. İnsani her hissimize, her tepkimize, o tepkilerin nereden geldiğine farkındalıkla baktığımız zaman onlardan özgürleşiyoruz. O alan içinde de değişiyor zihinsel tepkilerimiz zamanla. Henüz değişmeyenlerin derin kabulü içinde de zaten rahatlama başlıyor. Bir şeyleri bastırarak, yok sayarak, “mükemmel insan” olmak adına, o an için iç dünyamızda olandan uzaklaşarak değil. “Aman sakin kalalım, pozitif olalım” gibi baskı ve empozelerden uzak kalan, aydınlık kadar karanlığı da kapsayan bir hoca olmaya devam etmek için de elimden geleni yapıyorum. Kendimiz olma özgürlüğü içinde rahatlama ile geliyor içsel sakinlik ve dinginlik. Ya tüm psikolojik baskı altında da rahat olmayı öğreneceksin ya da HİGH olacaksın. ( Kafası iyi ) devamını okumak için tıklayın

Canouan Günleri – Bro’lar

En son yazı Survivor’dan sonra hiç bir şey yazamadım. İnsan kendi yazdığından etkilenir mi demeyin, oluyormuş. Yazarken onca ayı tekrar tekrar yaşamak hiç kolay değilmiş. O yüzden buradaki hayatın getirdiği sessizlikte kalmak istedim bir süre.

Zaten sessizlikte olmak burada içinden geçtiğim en tanıdık hal. Genelde sakin ve yavaş bir hayatım vardı Bodrum’da. Gel gör ki, yavaşın da yavaşı varmış. Buradaki en bilinir hal durmak. Çok derin bir dinlenme içine girdim ilk iki ay. Ardından durmak yeni normalim oldu. ( Uçmaya çalıştığımız haftaları saymazsak. ) devamını okumak için tıklayın

Canouan Günleri – SURVIVOR

Karayip adalarındaki yaşamı, duvarlara yazılan şu tek cümle oldukça net açıklıyor.

“ A smooth sea doesn’t build a skillful sailor ”

“ Durgun bir deniz becerikli kaptan yetiştirmez “

Dünyanın bu ucundaki hayata dair 5 aydır deneyimlediklerimi ve paylaşmak istediklerimi günlerdir nasıl yumuşatarak ifade edebilirim diye düşünsem de, okyanus dalgalarının sert etkisinden sanırım kaçış yok.

Çünkü hayat burada çok gerçek. Tüm çıplaklığı ile yaşanan bir gerçek. Burada tatil yapan turistlere geldiği gibi, turkuaz sularda toz pembe bir Karayip masalı değil. İnsanın yüzüne tokat gibi çarpan kıvamda. O nedenle yerlilerin hayatlarında hayal ürünlerine, varsayımlara, zihinsel yorumlara ve zihin oyunlarına yer yok. Hayat burada ne ise o. Onların yaşadıkları hayat, hayatın ta kendisi. Geçmiş ya da gelecek diye bir şey yok. Dalganın gemine çarptığı ve manevranı yapmak zorunda olduğun o an var sadece. Alabora olsan da, yaşadığın sürece gerek yüzerek, gerek tek kürekle yola devam etmek zorunda olduğunun gerçeği var. Tüm cesaretinle, gerekirse aç ve susuz yolculuğu yapmak zorunda olduğun o an var. İyi ya da kötü senaryo diye bir yorumları yok. Güzel ya da çirkin, kolay ya da zor gibi ayırımları hiç yok. Sadece sonsuz bir okyanus var ve dalgalar okyanusu okyanus yapan şey. Onlar okyanustaki yargısız dalgaların her biri. Ve her ne oluyorsa onlar için, “ İşte Hayat ” ve “ Hayat Hayattır ”. NOKTA. devamını okumak için tıklayın

Canouan Günleri – Yeşil Işık

( No filter Caribbean Sunset )

Yazılarımı takip ediyorsanız, kaplumbağa Toby için yeşil ışığın ne anlama geldiğini biliyorsunuzdur. Bugün size kendi yeşil ışığımdan bahsetmek istiyorum.

Karayiplerde gün batımları pek şahane oluyor. Gökyüzü önce sapsarı, ardından tamamen turuncuya bürünüyor. Hele tam o saatlerde okyanusun üzerinde bir adadan diğerine yol alıyorsanız, uçsuz bucaksız denize batan koskocaman güneşi seyretmenin tadından geçilmiyor.

Bizim kaldığımız yerden gün doğumlarına şahit olunuyor. Gün batımlarını ancak akşamüstü saatlerinde köye yürüyorsam ya da adanın diğer ucundaki Marina bölgesine gittiysem yakalayabiliyorum. Karayiplerde gün batımlarına turistler hayran kaldığından, tüm büyük adalarda katamaranlarla gün batımı turları yapılıyor.
Karayipler ve gün batımları öylesine bütünleşmiş ki, yerel içkileri olan rumlarının en popüler olanının adı da “ Sunset ”. Sunset oldukça kuvvetli. %90 alkol içeriyor. Pek alkol içeriyor denmez ya… Ülkeden dışarıya çıkartamıyorsunuz, uçakta taşımak da yasak. Geldiğimizde Sunset’i bünyemizin kaldıramayacağına dair uyarmışlardı bizi. Meraklı Melahat ben, bir kaç ay geçtikten sonra deneyeyim dedim. Üç beş damla Sunset’i portakal suyuna karıştırıp, dudağımın ucuyla, kedi gibi tadına baktım. Ve tövbe ettim ! Kadın erkek farketmeden, tüm yerlilerin Sunset’i küçük şişelere doldurtup, nasıl sek içip de ayakta sapasağlam kalabildiklerini anlamış değilim.
Sunset yerellere kalsın, doğada gün batımları bana yeter. devamını okumak için tıklayın

Canouan Günleri – Ben Benim

1 Ay Önce..

Kaldırım’ın kenarında bekleyiş devam ediyor. Hava çok sıcak. Bu havaya ilk maruz kaldığımdaki gibi artık sürekli nemli yüzümü silmiyorum. Oturduğum yerden gerekmedikçe kalkıp hareket etmiyorum. Bunaltıcı sıcakta bekleyiş devam ediyor. Bekleyiş de değil asanda tam olarak. Beklentiler buharlaşmış, neredeyse yok olmuş. Duruyorum. Amaçsız. Beklentisiz. Düşüncelersiz. Şimdinin boşluğunda asılı kalmışım. Etrafıma bakıyorum boş gözlerle. Gördüklerime herhangi bir yorum yapacak zihinsel enerjim yok. devamını okumak için tıklayın

Canouan günleri – Toby

Karayipler denizi ve Atlantik okyanusunu kuzeyden güneye bir yay gibi boylamasına ayıran, sıra sıra dizilmiş, küçük ıssız adalardan oluşan Karayiplerin Granidinler bölgesindeyiz.
Atlantik okyanusundan yukarıya doğru esen rüzgarlara bir bariyer oluşturan bu Granidin – resif adalarına Windward adaları da diyorlar. Rüzgar yönü, Amerika’ya giden ticari gemilere hızlı bir rota oluşturduğu için yüzyıllardan beri oldukça önemli bir bölge.

Granidinlerin ıssız ve küçük adalarından biri olan Canouan ( KAH- NUU- AN) adasının orijinal ismi Cannoun. ( KAH – NUN ). Aravakça kaplumbağa demek. devamını okumak için tıklayın

Canouan Günleri – İçimdeki Eril’e Yolculuk

İçimdeki Eril ( Yang ) enerjiye yöneliyorum..

Geçmişten bugünlere gelen canlı anılarımda geziniyorum..

Babacığımı düşünüyorum..

Bugün onu anlatmak istiyorum..

Çünkü bu zor zamanlarda ona ne çok sığınmak istiyorum..

Blog yazılarımı ilk önce okuyanlardan kendisi. Şu an ilk cümleyi okuduğunda bile boğazı düğümlenmeye, gözleri parıldamaya başlamıştır. Çok hassas bir yüreği vardır babamın. Ciddiyeti de belirgindir. Suskunluklarında çok şey gizlidir. Kırılgan yüreğini korumaya aldığı saydam kalkanları vardır. Kapıdan içeriye girmeyi bilirseniz, yumuşacık bir can ile karşılaşırsınız. Bilirseniz diyorum çünkü kendi babamı tanımam, öz keşfime başlamamla derinleşti. Kapıdan içeriye duyarlılıkla girmeyi zamanla öğrendim. Onu hep çok sevdim fakat kendimi kabul etmeyi öğrendikçe, babamı daha da fazla onurlandırmaya başladım seneler içinde. Annem öyle değildir mesela. Yürek kapısı ardına kadar açıktır. Hiç bir koruması yoktur. O yüzden besleyici, şifalandırıcı derin bir denge ve bütünlük vardır ilişkilerinde. Bir yandan da bu iki farklı karakterin günlük çatışmalarının komikliği ve saçmalığı dillere destandır. İkisi de hayatlarını mesleklerinin yanısıra, 20li yaşlardan beri ruhsal yolculuğa adamışlardır. devamını okumak için tıklayın