
08 Nisan 2020
Yıllar içinde yoga ve meditasyon Türkiye’de oldukça popüler oldu. Artan stüdyolar, eğitmenler, programlar sayesinde bir çok insan, öyle ya da böyle en azından yogaya ucundan bulaşmış oldu.
2000li yılların başında böyle değildi. Türkiye’de erkek yoga egitmeni bile en fazla bir elin parmakları kadardı. Derslerde pek erkek öğrenci göremezdiniz. Ne mutlu artık öyle değil.
O zamanlar yoga eğitmeniyiz dediğimizde bizi Guru zanneden çok olurdu. Çünkü yoga deyince akla gelen OM ve Guru olurdu. Artık öyle değil. İçimizdeki bilge öğretmeni, Guruyu uyandırmayı, ona bağlanarak yaşamayı araştırsak da Guru değiliz. Yoga eğitmenlik programları sağolsun, mükemmel insan da olmadığımızı, kimseden bir farkımız olmadığını artık insanlar ayırt edebiliyor. Gerçi hala tek tük “aaa sen de sinirleniyorsan, biz ne yapalım?” diyenler olur. Sinirlendikten sonraki içsel sürecimiz ve tepkilerimiz dönüşmüş olabilir fakat biz de insan olduğumuzu, eğitmen olsak da, insana ait her duyguya sahip olduğumuzu anlatmaya çalışırız. Hatta hala dönüşmeyen ne çok şeyin olduğunu da kabulleniriz. Ne kadar deneyim ve bilgi sahibi olursak olalım, profesyonellikte uzman kimliğini giymek durumunda kalsak da, hayat yolunda her zaman öğrenci olduğumuzu, yoganın felsefesini kendi hayatlarımızda her an araştırdığımızı, öğrencilerle birlikte deneyimlediğimizi, birbirimizden öğrendiğimizi bolca paylaşırız. Onlara da kendileri için sorgulasınlar diye alan açarız ve o alanı tutmayı araştırırız. Her şeyi çözmüş, bilge insan olarak görünmek yerine, çözemediklerimiz, halen üzerinde çalıştıklarımızı da paylaşarak Yoga alanına teslim ederiz. Birbirimize ışık tutarız, karşılıklı şifalanma olur.
Bugün sizinle 4 aydır içinden çıkamadığım, çok zorlandığım ve ne yaparsam yapayım halen rahatlayamadığım bir deneyimi paylaşacağım. Ve belki de bu paylaşımım, ve sizden gelecek bir yorum çözülmeme bir araç olacak. Hem de belki biraz güleceksiniz, inşallah bolca şükredeceksiniz. Vejeteryan ve vegan iseniz bu yazı pek size göre olmayabilir, şimdiden uyarayım. Canouan beslenme açısından size göre değil.
Çok uzun yıllardır tavuk yemiyordum. Fakat ciddi bir reddedişim, savaşım da yoktu. Geçen yaz ders yoğunluğu içinde bir kaç kez mecbur kalmak dışında hayatımda yeri yoktu. Canouan’a geldiğimizde otel çalışanları için sabah, öğlen ve akşam yemek çıkan kantine gitmeye başladık. İlk gün öğlen tavuk butları, bıyıkları üzerinde olan domuz etleri ve makarna vardı. Bir de daha önce hiç görmediğimiz bir sebze. Salata bölümünde yağsız, limonsuz, sossuz, incecik kesilmiş salatalık ve rengi geçmiş domatesler sıralanmıştı. Akşam yemeğinde ise yemekler birebir aynıydı. Makarnanın şekli bile değişmemişti.
Ertesi gün gittik, makarna pilav ile yer değiştirmişti. Tavuklar oradaydı..Türkler grubu olarak bir kaç haftanın sonunda salata için neyse ki yağ koydurmayı başardık. O da her gün değil. Bir ay, iki ay, 3 ay…HER GÜN aynı. Yaşasın Tavuk ! Sadece tavuğun sosu değişiyor, bir gün barbekü, bir gün farklı şekilde pişiriliyordu. Marketten eve yemek almaya gittiğinizde de, zaten pek sebze bulamıyordunuz. Çünkü bizim salata diye yediklerimiz burada sebze. Havuç, domates, salatalık ile ne yemek yaparsanız, artık yaratıcılığınıza kalmış..
Aylar önce günlük beslenme rutinim sadece doymak için tavuk yemek olmaya başladı mecburen. Yiyeceklerden alınan enerjinin insan bedenini nasıl etkilediğini kendi deneyimimden bildiğimden deliricek gibi olmaya başladım. Canlı sebze yiyemiyordum. C vitamini alamıyordum. Sahi hangi vitamini alabiliyordum ki?? Mutsuz zamanlarım artmaya başladı. Sadece pilav ile doymuyordum ve kollarım çoktan patates ve makarna yemekten balon gibi olmaya başlamıştı. Günlük enerji seviyem düşmeye başladı. Doymak için istemediğin bir şeyi her gün yemek zorunda kalmak, bu yaşıma kadar şükürler olsun hiç deneyimlemediğim bir şeydi. Çok zorlanıyordum. Sinirleniyordum, ağlıyordum, kabul etmeye çalışıyordum.. Olmuyordu. Her şey ertesi gün sil baştan karşıma çıkıyordu. Binbir görüşme sonucunda otelden bize özel yemeklik malzeme vermelerinde anlaştık. Öyle zorlu bir süreçti ki, ne siz sorun ne ben burada anlatayım. Eve aldığımız malzemeler de pek farklı değildi. Tavuk, yumurta, makarna, patates bolluğunda yaşıyorduk. İlk başlarda, poşet içinde kanlı sularla gelen tavuğa bakamıyordum. Yine de almak zorundaydım. Başka çarem yoktu. Ellemek, kesmek hatta pişirmek zorundaydım. İlk seferinde bayılıyordum. Yavaş yavaş ona da alıştım. Ocağa verilene kadar oldukça hızlı davranarak, burnumu tıkayarak ve nefes almadan aşamalardan geçmeyi öğrendim. Karnım doyunca, hep şükrettim. Evet, evet o tavuğa şükrettim. Canlı halini düşünmemeye çalışarak.
Bir yandan süreç sonsuza kadar sürmeyecekti. Nasılsa bitecekti, geçecekti. Evime döndüğümde bir daha tavuk ve yumurta görmek zorunda kalmayacaktım. Nitekim uçamadık ve kaldık. Ülkeme dönememek, ailemi özlemek ve merak etmek, köpeğime kavuşamamak, evimde ve düzenimde olamamak, belirsizlik, her şey bir yana, hepsiyle baş edebilirdim, hepsine teslim olabilirdim. Tek bir şey hariç TAVUKLARA geri dönmüştüm !! Buna gücüm yoktu !! Huzursuzlanmalar başladı. Çünkü çoktan takmıştım tavuğa. İstemiyordum. Tavuk yememek için ne savaşlar vermiştim. Tavuk yemeden geçirdiğim her sayılı gün benim için büyük hediyeydi.
Sağlıklı beslenebilmek ve karnınızı doyurmak için seçim yapabilmek çok çok çok büyük bir lüks. Lütfen kıymetini bilin. Seneler önce Kenya’daki açlığı gördüğümde de doymanın ne kadar büyük bir lüks olduğunu görüp, aylarca doğru dürüst yemek boğazımdan geçememişti. Şu an bir yandan şükrediyorum, bir yandan da artık tavuk kabusundan uyanmak istiyorum.
Mahsur kaldığımızdan beri bize haftalık çok daha az yemek veriliyor, tabi ana öğünümüz yine tavuk. Geçen gün kantinde öğle yemeği yiyeyim dedim, tavuk olduğunu bile bile. Salata yerine elma koymuşlar. Nasıl mutlu oldum ! Gözlerim parladı. İyi ki gelmiştim ! Bir tane tabağıma aldım, bir tane de çantama attım çünkü bildiğimiz elma da adada bulunmuyor. Yemeği dağıtan mutfak görevlisi tekini bırakmam için uyardı. Peki dedim sakince. Tavuk bölümüne geçtim, 2 but parçası almak istedim. 1 tane hakkın var dedi. O söylendiğim tavuktan 2 adet bile yiyememiştim…
Sadece Canouan değil başkentte de yemek hayatı tavuk üzerine kurulu. İnsanlar protein olarak başka yiyecek bilmiyorlar. Sokak yemeği olarak barbeküde tavuk yapılıyor. Ev partilerinde yine tavuk. İnsanın yüreği hiç kaldırmıyor. Kaç kere düşündüm, peynir ekmek ile sandviç yapıp market önünde dağıtsam da, başka bir şey yeseler diye. Daha olmadı. Belki tavuktan bu kadar bıkmam, burdaki insanlara da fayda olacak bilmiyorum. Belki. Sokaktaki köpeklere bakamıyorum. Sadece tavuk kemiği yemekten bir deri, bir kemikler. İçimdeki acıyı tarif edemem. Durum böyle olunca, kendimden çıkıp, ne çok zaman şükrettiğim oldu. Zaten hayatımda şükrüm her şeyden bol. Ama başa dönüyorum. Şımarıklık değil, çok sorguladım, sadece barışamıyordum tavuk yemekle. He gün iştahla tavukla doyan yerlileri gördüğümde, kendi derdimden utandığım çok oldu. İştahla yediğim zamanlar da..
Her yolu denedim. Kahkahalarla güldüm. Annemi arayıp arayıp “bil bakalım bugün ne yedim” diye espriler yaptığım da. Kabul içinde 1 -2 hafta gıkımı çıkarmadığım da..Zamanım boldu, kendimdeki dönüşümü izleyebilirdim. Sonuç: bugün yine dolaptaki tavuğu görünce sinirim bozuldu ve bolca ağladım.
Arkadaşlar meditasyon hayatımda bir çok konuda dönüşümüme araç oldu fakat tavuk konusunda şimdilik sınıfta kaldım. :))
Tavuk meditasyonu, tavuk olumlamaları bile yaptım:))
Açlar için dualar ettim. Bol bol şükrettim.
EY “Tavuk yemek zorunda kalmak” bu deneyim ile öğrendiklerim, henüz öğrenemediklerim için teşekkür ederim!!!!!
Ih ıh..
Duyar gibiyim sizi..
“odağını tavuktan al, asıl kabullenemediğin o değil, direncinle, mecbur olduklarında yüzleşmeye devam”,
“işte belki bu konuyu da halletmen için orda kaldın”,
“tavuk bahane, çözülme şahane” diyeceksiniz.
“bakalım içinde bir katman daha derin kabülde neler aydınlanacak, tavukla ilişkini izlemeye devam”,
“Her gördüğün tavuk, göremediklerin için bir fırsat”,
“ Bütün dünya bu dönem mecburiyetlerimizin kabul ve teslimiyetini araştırıyoruz” diyeceksiniz belki de.
Hepsi OK. 4 aydır olabildiğince OK. Ama bugün yine kabüle geçemediğim günlerden. Tavuksuz beslenmeye özlemim büyük. Bu aralar OK değil.
Yine de, her zaman olduğu gibi “sağlıklı bedenime, bunu mümkün kalan nefesime, tavuk yemeyi henüz sevemeyen yüreğime” şükürler olsun. Dünyada kimse açlık ve nefessizlik ile sınanmasın..
Tavuklar yaşasın !
Yaşasın Tavuklar ! :)))
Seni tebrik ediyorum…durumunla tavukla dalga gecebiliyorsun…bazen o gücü bulamadığındada moralini bozma…insanin hergün aynı calışmıyor iç dünyası……..o kadar da olacak …..kızma kendine……