Canouan Günleri – Mehter Marşı

Canlara selamlar..

Bir hafta aradan sonra tekrar yazmaya başlayabildim. Dostum Özgür sağolsun öyle bir güzellik yaptı ki, bloğumu websitemin (ozgeisin.com) içine taşıdı. Böylece blog ve websitesi bir araya gelmiş oldu. Artık yazılarımı bu adresten takip edebileceksiniz. Hem de yavaştan websitemi güncellemeye başlıyorum.

Bir ileri, iki geri geçen günlerde iki gülüyorsam, üç ağlıyorum. Bu sabah yine bir can dostum, kardeşim Mey ile ilk defa görüntülü konuştuk. Öyle iyi geldi ki, onu görür görmez ağlamaya başladım yine, ardından o hafif enerjisiyle güldürdü beni her zamanki gibi.

Bugün Facebook’ta karşıma bir gönderi çıktı. Hah! işte genel durum bende de bu;

“İnsan vücudundaki sinir hücresi sayısı 7 trilyondan fazla ve hepsini aynı anda zıplatmayı başarıyorlar”..

En temel ihtiyaçlar için bile derdini anlatamamak, karşında anlayanın zaten olmaması, yardım istediğinde bile duyarsızlıkla, bencillikle karşılaşmak, bağ ve iletişim kuramadıklarında birlikte yaşamak zorunda kalmak, “gerçek” yerine “sahtelik” vs.. senelerdir özenle inşa ettiğim hayatımda yeri olmayan şeylerdi. Durup durup, “rahat mı batmıştı da, bu yaşta kalkıştın böyle şeylere?!” diye kendime sormadan edemiyorum. Bir yandan da başka bir gerçeklik ile yüzleşiyorum. Kendi düzenimizi kurup, çevremizi şekillendirirken, en güvenli hissedebileceğimiz ve sevgi ortamı içinde, ruhumuza uyan yolda ve tercihlerimizle beslenerek, sahteleri eleyip, gerçeklere yer açarken, mutluluğu sonunda keşfetmiş gibi, belki de kendi gerçeğimiz sandığımız yeni bir ilüzyon yaratıyoruz kendimize. Mutluluk ilüzyonu. Siddharta Buddha’nın saraydan dışarı çıkma hikayesi geliyor aklıma..Siddharta saraydan çıkınca hayatın gerçeği ve acı ile karşılaşıyor. Biz sanki tam tersine kendi mutluluk saraylarımızı yaratıp, o sarayın içinden çıkmadan acımızla baş ediyoruz, ona buna duyarlı oluyoruz. Farkındalıkla bakıyoruz sarayın penceresinden. O saray içinde içsel yolculuğa devam ediyoruz, yüreği genişlettikçe genişletiyoruz. Canouan macerası beni o sarayımdan nasıl da fırlattı dışarıya, öyle böyle değil. Tamam sakin, önce nefes al, merkeze gel ve Özge gibi çöz bunu diye konuşsam da kendimle, bildiğim ve daha önce işleyen yollar bazen işe yarıyor, bazen yaramıyor. Bir ileri, iki geri..

Yogaya başlamadan önce zihnim çoğu insan gibi hemen ajite oluveriyordu. Zihnimle araya mesafe koymayı öğrendikçe, zihnim de rahatlamaya başladı. Son beş senedir meditatif ve huzurlu bir yaşam oluşuverdi Özge için. Ama 4 aydır burda öyle bir sınav içindeyim ki.. Sanki hayat iki günde bir “ Al sana hiç olmadığı kadar ajitasyon” diyor. “Hala rahat mısın, rahatlamayı biliyor musun? Al bakalım, o halde bir de bu gelsin” diyor. “Öğrendiğini sandıklarını bir de sağdan vurarak verelim, yok olmadı ..haa mesafe mi koydun zihninle?, o zaman bir de soldan vuralım” diyor. “İç huzurunda ve kalpten mi yaşıyorsun?, Al bakalım alanı biraz daha daraltalım, merkezi de şaşırtalım.” diyor. “Dengede misin? Bak bakalım dengen bir anda nasıl gidiveriyormuş..” diyor. “Mutlu musun, bak biraz da mutsuzluk dozu koydum” diyor. “Dibi gördüm ya, artık gam yemem” dedikçe, dibin de dibi var cevabı geliyor. Güldükten sonra, bir de üzerine bolca ağlamak yağ üzerine bal oluyor. Bir ileri, iki geri.. İçimde çınlıyor Mehter marşı..

2017 sonunda Satürn evine geldi, benim için 2 senelik bir dönem başladı. Burcumda üst üste gerçekleşen tutulmalar, onlar bunlar derken, 2020 Satürn’ün Oğlak burcundaki son senesi idi. Bu zamana kadar öğrettikleriyle çok büyüdüm, sanki başka bir yöne evriliyordu iç ve dış dünyam. Hayatımdan çıkanlara, gözümün açıldıklarına, yenilenmelerime, her şeye, her gün ve her ay şükrediyordum. Satürn yolculuğunu çok sevmiştim. Zorlukların içinden coşkuyla çıkıyordum. Ve tam bitti, son sene, iyi atlattık derken…Hoppaaa bu sene tokadı bir çaktı.. Savuruverdi dünyanın bir ucuna saftorik oğlakcığı canım Satürn.

Burdan çıktığımda, Satürn’ü de yolladıktan sonra, Canouan’daki tüm bu deneyimlerle, içsel süreçlerimle inanın nasıl bir insana dönüşeceğimi hiç bilmiyorum..:))) Belki de Mehter Marşı eşliğinde, Buddha gibi aydınlanırım:))))

Neyse..

Geçen hafta Zoom üzerinden Türkiye’deki sevgili öğrencilerimden iki tanesine özel ders vermeye başladım. Her sabah üst üste onlarla buluşup birlikte yoga yapmak bana çok iyi geliyor. Günümün hediyesi onlarla geçirdiğim anlar. Daha fazlasını kabul edecek durumda değilim. Kalabalık canlı yayın grup derslerini kaldırabileceğimi şimdilik hissetmiyorum, lütfen kimse kusura bakmasın. Meyciğim ilham oldu, belki sadece küçük bir grup ile her gün meditasyona oturabilirim..Tek başıma yoga da yapamadığım bir dönemdeyim. Her şey bir yandan hızla değişiyor, belki haftaya bu durum da değişir, bilmiyorum. Değişmese de şu an da böylesi de çok OK.

Film, dizi, kitap, araştırma, dinleti, söyleşi..Bunların hiçbirisini yapamıyorum. Her şey çok ağır ve fazla geliyor. Spiritüel konuşmalar, online eğitimler falan içimi daraltıyor. En sade, en basit, en sıradan olana yer var içimde. Zaten yeteri kadar dolup dolup taşıyorum. Telefonumdaki müzikleri bile dinleyemez oldum. Ancak buranın “Socca” müziklerini açıyorum arada. Dans ediyorum. Sonra bir süre yine boşluk..

Malzeme azlığından 3 ürünlü harika yemek tarifleri buldum Youtube’dan. Tabii o 3 ürünün su, un ve yumurta gibi temel şeyler olması gerekiyor:) Öyle yok efendim kabartma tozuymuş, mayaymış, meyveymiş, yoğurtmuş, gibi “egzantrik” ürünler olmayacak:) Sütten de kaçınıyorum, sütü yulafa saklamak lazım:) (Allah aşkına süt hayvansal ürün demeyin, şu an değil…) Haa bir de mikser gibi teknolojik aletler, fırın kağıdı, fırın tepsisi falan da içermeyecek..( Evet Türk grubunda iki şef var da, diyorum ya burası Survivor, herkes kendi ev arkadaşlarına Müslüman. Kader birliği içinde, farklılıklarımıza rağmen, bir arada akşam yemekleri yapsak, herkes bir şeyler eklese, hazır görüşebiliyoruz birbirimizle, güle oynaya yemekler yesek, bazı akşamlar yıldızların altında deniz kenarında minik partiler yapsak, yoga yapsak, sessiz sinema falan oynasak..hepsi bu gerçeklikte Ozge’nin toz pembe hayallerinden ibaret kalıyor. Her topluluk yoga inzivalarındaki gibi değil tabii.. Kime sorsan kendi ev arkadaşıyla iyi böyle..)

Bakın bulduğum tarifleri paylaşıyorum, denedim harika oluyor..

3 patates, 1 soğan ve 3 yumurta. Patatesleri ve soğanı rendeleyip yumurtayı ekliyorsun. Tavaya dök pancake gibi. 4dk sonra diğer tarafını çevir.. Akşam yemeğin hazır..

Diğeri de: yarım lahanayı ince ince kes. 3 yumurta ve 1 bardak un ekle. Pancake gibi dök tavaya, 3 dk sonra diğer tarafını çevir. İki tane çıkıyor. Birini öğlen, diğerini akşam ye..Mis..

Yarın size burda nasıl çamaşır yıkandığını, daha doğrusu çamaşır yıkama sürecini anlatacağım. Yin yoga eğitimlerinde “Dikkat gerektirmeden, hızlıca yapıverdiğimiz günlük rutinlerimizin her biri aslında kaçırdığımız, hissetmekten uzaklaştığımız bir ritüel” konusunu araştırırdık. Hatta günlük hayatımızda yavaşlatabileceğimiz, dikkatimizi daha derinden getirebileceğimiz eylemler üzerine ödevler verirdim. Ben de öğrencilerimle ödevleri kendim için yapardım, diğer buluşmada da deneyimlerimizi paylaşırdık. Ortak gerçeklikte ve benzer hislerimizde buluşurduk. Her seferinde kör bir noktamı keşfederdim. Farkettikçe diğer eylemlerime doğru çözülüverirdi düğümlerim. Ay arkadaş, gör bak şu çamaşır konusunu hallettim sanarken, nasıl da kör nokta atışı yapıverdi Hayat. 12’den vuruyor..Oğlakçığın çamaşır yıkama serüveni arkası yarın da sizlerle..

Bizim jenerasyon bilir Erkan Yolaç vardı, yaşıyor mu bilmiyorum. TRT’de EVET / HAYIR yarışması yapardı. “Mehter Marşı ile geliyorsunuz, İzmir marşıyla gidiyorsunuz” “Başınızı emme basma tulumba gibi sallamıyorsunuz” derdi..

“Ceddin deden, neslin baban…dım dım dıdımm” Bir ileri iki geri geldik, Canouan’da yerimizde sayıyoruz da, gidemiyoruz Erkan abi….:)))