Canouan Günleri – Bro’lar

En son yazı Survivor’dan sonra hiç bir şey yazamadım. İnsan kendi yazdığından etkilenir mi demeyin, oluyormuş. Yazarken onca ayı tekrar tekrar yaşamak hiç kolay değilmiş. O yüzden buradaki hayatın getirdiği sessizlikte kalmak istedim bir süre.

Zaten sessizlikte olmak burada içinden geçtiğim en tanıdık hal. Genelde sakin ve yavaş bir hayatım vardı Bodrum’da. Gel gör ki, yavaşın da yavaşı varmış. Buradaki en bilinir hal durmak. Çok derin bir dinlenme içine girdim ilk iki ay. Ardından durmak yeni normalim oldu. ( Uçmaya çalıştığımız haftaları saymazsak. )

Evet duruyoruz. Evde, deniz kenarında, köydeki açık olan bir iki yerde duruyoruz. İlk geldiğimde duran insanlardan çekiniyordum. Şimdi ise yerlilerle birlikte artık ben de duruyorum. Arkadaşlarla buluşup, sadece birlikte var olmak, beraber durmak oldukça alan açıyor insana. Meditasyonlardan ve inzivalardan sessizlik ve sadece var olmaya epey alışık olsam da, günlük hayatta arkadaşlarla bir araya gelince pek yaptığımız bir şey değil konuşmadan durmak. Bizim alıştığımız gibi, buluşup sohbetler etmeler falan yok burada. İlk başlarda oldukça yadırgıyordum. Kafamda binbir soru beliriyordu. Onları anladıkça sorular bir bir yok oldu. Daha derin bir katmanda rahatlama yaşamaya başladım. Kimse kimsenin özeliyle, ne yaptığıyla, ne düşündüğü ile pek ilgilenmiyor burada. Fikir alışverişleri yok. Ne hissettiğin önemli. Bir arada üç beş kelime edip, zamanı ve sessizliği paylaşmak, içinden geldiğinde gülmek, dans etmek en değerli. Herkes için en önemlisi keyfin yerinde olsun, OK ol, varlığımızla an’ın değerini paylaşalım yeter. Gerisi boş.

Gidip kafelerde oturmalar, restoranlarda yemekler, parklar, sahil mekanları gibi seçenekler olmadığından adanın doğal ortamında ya da köyün tek caddesinde duruyoruz. Öyle bir yavaşlık ki, ancak içimdeki kaplumbağa hali olarak tanımlayabiliyorum.

Ne diyordum? Hah, madem sessizliğe büründüm bir süredir, bu yazı da kafamı kabuğumdan çıkartıp, kısa bir merhaba deyiş olsun o halde.

Dönüş hedef tarihimiz 11 Mayıs. Aldığımız haberlere göre 12 Mayıs’ta Dominik’ten Türkiye’ye bir uçak kalkacakmış. Acun buraya uçağını gönderip…bizi alıp… Dominik uçağına yetiştirecekmiş… Daha fazlasını bilmiyoruz. Detayları beklemedeyiz.

Sahi gerçekten gidiyor muyuz? Pek inanası gelmiyor insanın. Sanki hayat bir süre daha böyle geçecek gibi. Türkiye’ye dönüş hayali içimde çok uzak bir yerlerde kaldı. O yüzden henüz dönüş hallerine, heyecanına giremedim. Gün ola hayrola. Yine de sayılı günlerimiz kalmış olabilir diye elveda turlarına başladım. Şimdilik tek bildiğim; gideceğim gün burada bana can yoldaşı olan kardeşlerimi çok özleyeceğim. Yaz sonu Bodrum’a gelip bende kalacaklarının sözünü almaya çalışıyorum.

Günler nasıl mı geçiyor? Çok sakin ve yavaş. Sabah online yoga derlerimi verdikten sonra, otel ile işimiz yoksa ( ki maalesef hala bir türlü çözülmeyen ömür törpüsü konularımız var ) denize gidiyorum ve akşamüstüne kadar duruyorum. Çalışmaya devam eden arkadaşlarla bazen domino oynuyoruz, yelkenli yapıyoruz, dans ediyoruz ama genelde duruyoruz.

Akşamüstleri iki günde bir köye iniyorum. Şu an açık olan tek yer Planet Hollywood. Zaten bir de pizzacı vardı, virüs nedeniyle kapandı. Plant Hollywood İsmine aldanmayın. Dertme çatma bir bina içerisinde iki büyük hoparlörden gelen müzik ile kendi kendine durduğu yerde sallanan bir kaç insan ve dışarıdaki bilardo masasından oluşuyor. Sosyalleşme yeri. Gelen geçen ile selamlaşıp birlikte durduğun, arada bilardo oynadığımız mekanımız. Eldeva turumda Planet Hollywood’da bir iki saat geçirdikten sonra eve dönüş yolunda, marketin karşı köşesindeki Floyd’un yerine uğruyorum. Bu iki yer de köyün tek ana caddesi üzerinde. Floyd’un yeri de aslında Floyd’un evinin önü. Bir bank atmış dışarıya, isteyen gelip oturuyor. Karısı da araba içinde tavuk kızartıp satıyor. Floyd’u bulmak hiç zor değil. Virüs nedeniyle artık çalışmadığı için 24 saat evinin önünde adeta köyü ağırlıyor. En son kişi uyuyana kadar oturuyor kaldırımda. Biraz da Floyd ile duruyorum, geleni geçeni selamlıyorum. Hatta her seferinde yanına oturup, yerliler gibi konuşup, “Bak, saçlarım hala örülü, ben de artık zenci gangster oldum. “Yo Bro, Gazaaa, Gazaaaaa bro, Gazaa for life” diyip onu güldürüyorum.

Şaka maka bitiyor mu yakında ada macerası?

Aylardır bana yüreklerini sonuna kadar açan, yanlarında evimde hissettiğim canlarım Amo ( Namı değer Fresh ), Nadime ( Namı değer Stylish ), Kezroy ( Namı değer Punctual ), Michael ( Namı değer Sparks ), Tammisha ( Namı değer Tamz ) ve Floyd ( Namı değer Birdman ) ile biraz daha durmak, müzikli ve bol kahkahalı an’lar paylaşmak istiyorum. Canouan’ın en değerli hediyeleri, buradaki kardeşlerim. Bro’larım. Sizi seviyorum. NAMASTE !

2 thoughts on “Canouan Günleri – Bro’lar

  1. Anıl Işın

    Özge’ciğim,
    Yazını okumayı şimdi tamamladım.
    Harika.
    Durma fikri ve eylemi çok hoşuma gitti.
    Sanki oradaki şartlarda bu durma işi buraya göre çok kolaymış gibi bir his uyandırdı bende.
    O dinginliği burada nasıl yakalayabilir misin? Bana burada sanki zor olurmuş gibi geldi.
    Aslında öğrenilen ve yaşanılan şeyler senin olmuşsa her şartta ve yerde uygulanabilir diyorum.
    Bol bol keyifli durmalar sana.
    Keyfini çıkart.
    Kucaklıyor ve öpüyorum.

  2. Gonca

    Başka hayatlar, başka gerçeklikler.. sadece alışılandan başka. Onlar için zaten başkası yok, hiç olmamış. Bizler bu durumlarına mızmızlık yapamayız, özellikle öylece herşeyi kucaklayan kocaman kalpli insanlara ?

Comments are closed.